2 Eylül 2009 Çarşamba

HMK Ajanda Uygulaması 1.0

Yeni Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na göre değişen sisteme henüz Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi yetişememiştir. Bu sebeple, değişen dosya takibi sistemi için kullanımı basit bir ajanda uygulaması oluşturdum. Bu uygulama ile istediğiniz tarihi seçerek, takibi gereken dosya numarası ve ismini yazarak kayıt altında tutabilirsiniz.

Adliye bilgisayarlarında denenmiştir. Güvenli ve sorunsuz olarak çalışmaktadır. Hiç bir internet bağlantısı veya kurulum gerektirmeden kullanabilirsiniz. İsterseniz USB belleğiniz üzerinden kullanabilirsiniz. Kayıtlarınız uygulama klasöründe bulunan ajandadata.xml içerisinde saklanmaktadır.

Uygulama Ekran Görüntüsü
Uygulamayı edinebilmek için http://olcaybayram.com/iletisim.html adresinden bana ulaşabilirsiniz.

Ayrıca özel uygulama isteklerinizi iletebilirsiniz. Web, masaüstü ve mobil uygulamalar dahil geniş bir yelpazede program ve websitesi geliştirmekteyim. Uygun ücret karşılığında profesyonel websiteleri de oluşturmaktayım. Daha önceki çalışmalarımı http://www.olcaybayram.com adresinde görebilirsiniz.

7 Temmuz 2009 Salı

2011 Türkiye Tablet Bilgisayar Alımı


Öğrenciler için 15 milyon tablet bilgisayar almanın kötü bir fikir olmasının sebepleri ve F klavye haberi ile ilginin başka yere çekilmesi hakkında:

1. Tablet bilgisayarda klavye yok! Ekran klavyesini de çok rahat değiştirirsin.
2. 15 milyon zaten dünya tablet piyasasının toplamı.
3. Tablet piyasasında en kötü durumda olan Microsoft, ihale kazanma ihtimalinde ilk sıradaymış.
4. Neden bu görüşme ABD'de oluyor. Hindistan'ın 50 dolarlık tabletlerinin seviyesine düşmemek için her halde. Ben size söyleyeyim 50 dolarlık tableti 500 dolara alacağız. Tanesi 1 dolar olsa 15 milyon tanesini hesaplamak için tablete ihtiyacınız yok sanırım. Ama biz 500 dolara alacağımız için haberde de denildiği gibi 7,5 milyar dolara mal olacak.
5. Acaba daha önce dağıtılan akıllı tahtalara ne oldu diye hiç merak eden yok mu? Arkadaşım biz akıllıya dayanamıyoruz. Akbil vardı, o bile o güzelim partinin ismini taşımasına rağmen akıllı diye çöpe atıldı. Şekli değişse de ismi öyle kalabilirdi ki hala halk arasında ismi öyle.
6. Microsoft e-öğrenme uygulamaları ile göz doldurmuş ve bir tek Microsoft dersine çalışıp gelmiş diye yorumlanmış. Ama o uygulamaların tablet ile alakası yok. Microsoft tekeline bırakılmazsa Türkiye'de var olan e-öğrenme sektörü tablet ile gelişebilir.
7. 2004 yılında dershanenin bilgisayar odasında e-öğrenme ile biyoloji çalışırdım. Sen hala çocukların ellerine vereceğiz tabletleri diye bakarsan olaya orada yanlış yaparsın. Zaten okullarda bilgisayar sınıfları kurulmuş durumda. Geriye sadece e-öğrenmeyi desteklemek kalıyor. O da bu bahsi geçen bütçelerin yanında devede kulak.

Yine birilerinin gözleri boyanıp, birilerinin cepleri dolacak.

Zamanında devlet daireleri Windows'u bırakıp Türk yapımı Pardus'a geçecek diye bir haber çıkmıştı. Hemen ardından Bill Gates bizzat kendi teşrif edip ses komutuyla çalışan özel bir laptop verip gitmişti ve ne hikmetse 2 yıldır o geçiş bir türlü gerçekleşemedi.

Soru bildiğim yerden gelince yazmadan alamadım kendimi.

Kaynak:
http://www.ntvmsnbc.com/id/25243980
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1170689
http://www.zamazing.org/yazi/35-dolara-android-tablet-sakshat

4 Haziran 2009 Perşembe

Microsoft Sertifikalari

Muhendislik egitimi sonrasi yazilim konusunda bilgimi gosterebilmek icin bazi Microsoft sertifikalarini aldim ama gorustugum sirketlerin bir cogunda yoneticilerin bu sertifikalar hakkinda pek bir bilgisi yok. Bu nedenle bu sertifikalari ve benim sahib olduklarimi anlatan bir sunum hazirladim. Anlatim metni olmadan cok da anlamli durmuyor ama simdilik bununla idare edin. Yakin bir zamanda metin halinde de sunarim.

19 Mart 2009 Perşembe

INETA Professional Hit

24 - 25 Ocak 2009 tarihlerinde Microsoft İstanbul ofisinde gerçekleşen INETA (Uluslararası .NET Birliği) Professional Hit’e katıldım. Seminerin konuları şu şekildeydi;

Silverlight ile Veri Uygulamaları - Daron Yöndem - Level 300
ADO.NET Data Services - Burak Selim Şenyurt - Level 300

Derinlerde C# 3.0 - Burak Selim Şenyurt - Level 300
ASP.NET AJAX 4.0 - Daron Yöndem - Level 300
Asp.Net Application ve Page LifeCycle - Oğuz Yağmur - Level 300

Level konusunu açıklamak gerekirse; Microsoft, yazılım geliştiricileri seviyelendirmek için standart bir uygulama olarak bunları kullanıyor. Level 300: Anlatılan konuyu bilen, kullanmış, uygulamış ve tecrübe sahibi yani ileri seviye yazılımcıyı niteliyor. Tüm katılımcılar bu seviyeyi yakalayamamış olsada seminer çok güzel geçti. Üniversitelerde yapılan reklam amaçlı slayt gösterileri yerine toplu halde proje geliştirmeye benzeyen uygulamalı öğretimi sağlayan bu oturumlardan çok memmun kaldım. INETA Türkiye Başkanı Darom Yöndem’in blogunda yayınlanan yazıdan seminerde yapılan uygulamalara ve çekilen fotoğraflara ulaşabilirsiniz. (Fotoğrafların bir tanesinde elimde kağıt kalemle, dikkatle dinlerken görülüyorum)

Benim notlarım; Öncelikle mobil yazılım geliştiriciler Mobil Star yarışmasına bir baksınlar. Henüz duyurusu yapılmamış bir yarışma. Amaç yarışamadan daha çok workshoplar ile eğitim vermek.

Office 2007 dosya formatlarının sonuna “x” (.docx gibi) eklendiğinin farkındasınızdır. Bu şekilde uzantılı dosyaların uzantılarını “.zip” olarak değiştirip arşivi açtığımızda içinde dosyanın içeriğini (xml olarak) ve resimleri bulabiliyoruz.

Veritabanında tarihleri tutarken başka bir sunucuya taşınabileceğini ve yeni sunucunun bölgesel ayarlarının tarihleri etkileyebileceğini düşünmüyoruz. Böyle bir sorunu engellemek için veritabanı oluşturulurken tarih verilerini tamsayı(int) olarak saklamak gerekiyor. Uygulamamızda

C#

DateTime tarih = DateTime.FromOADate(39842);
double oaTarih = tarih.ToOADate();

VB.NET

Date.FromOADate(value)
CDate(value).ToOADate()

kodlarını kullanabiliriz. Sonuç ondalıklı(double) tipinde olmasına rağmen tamsayı seçmemizin sebebi virgülden sonraki kısmın saat ve dakika gibi bilgileri tutması. OLE otomatik olarak 30 Aralık 1899 geceyarısından başlayarak günleri sayar. Bugün, 39842 gün olmuş.

Silverlight’ta kullanılan Grid, bütün veri satırlarını önbelleğe atmaktansa sadece görünenleri atıyor ve bu şekilde 1000 satırlık bir Grid görebildiğimiz 10 satır kadar bilgisayarımızın performansını etkiliyor.

Disassembly için MSIL Disassembler (ILDasm) kullanıyordum. Seminerde sıkça gördüğüm Red Gate’in .NET Reflector daha kullanışlı gözüküyor.

Program tavsiyesi yaparken Fiddler‘ı unutmamak lazım. HTTP trafiğini kontrol etmek konusunda usta yazılımlardan.

SQL Server Profiler Bilge Adam Yazılım ve Veritabanı eğitiminde anlatılmayan bir konu. Sistem konusuna giriyor gibi gözükebilir ama uygulamaların etkinliği için buradan takip etmemiz daha sağlıklı olacaktır. Biraz kurcalamanız yeterli.

Visual Studio ile yazarken “prop” yazıp 2 defa tab tuşuna bastığımızda kodlar bizim için yazılıyordu. “propg” salt okunur bir özellik oluştururken “ctor” ise inşa(constructor) metodunu oluşturuyor. Bu tür diğer kolaylıkları şuradan öğrenebilirsiniz.

ASP.NET Dynamic Data ile yönetim panellerini saniyeler içerisinde hazırlayabiliyoruz. İngilizce kaynağımızı, Türkçe kaynağımızı ve düzenleme hakkında bir makeleyi izleyebilir veya okuyabilirsiniz.

Gelelim LINQ(Dil Dahilinde Sorgu) konusuna, aklımı çok karıştıran bir konu. LINQ programlama dili içerisinde T-SQL benzeri sorgular çalıştırmamızı sağlar. Yazılımcıya kolaylıklar sağlayan bir teknoloji. Bilge Adam’daki hocam SQL tablolarını LINQ kullanarak önbelleğe attığımız takdirde performansın aşırı derecede düşeceğini söylemişti. Eğer LINQ’in yeni sürümlerinde bunun önüne geçilirse o zaman LINQ kullanılabilir demişti. Seminerde “LINQ to SQL” bırakıldı ve “ADO.NET Data Services” geliştirilmeye başlandı denildi. Sonuç olarak “LINQ to XML” kullanın.

AJAX 4.0’da teknolojiye adını veren XML yerine JSON kullanılmaya başlanmış. JSON’un(JavaScript Object Notation) XML’den farkı, etiket(tag) isimlerinin bir kere yazılıyor olması. 1000 verinin 2000 etiketi olmasındansa 1000 etiketi olması tabiki etkinlik sağlar.

AJAX’da sıklıkla kullandığımız “Update Panel” bir sayfada birden çok olduğu durumda hepsi aynı anda tetikleniyor. Bunu önlemek için panllerin “Update Mode”larını “Conditional” yapmalıyız. Ayrıca sayfa üzerinde yapılacak küçük değişikliklerde “Update Panel” kullanmak yerine bize işlemin sonucunu veren bir WebMethod kullanmak daha iyi olacaktır. Daha önceden bildiğim bu konu, seminerde yapılan uygulamada 700B’a 7B ile muhteşem bir fark oluşturdu.

Son olarak Global.asax, HttpApplication’dan türemiş bir sınıf bilgisini ekleyelim.

Resim Boyutlandırma ASP.NET

public void BoyutlandirVeKaydet(Stream strResim, int istenenGenislik, int istenenYukseklik)
{
//Öncelikle FileUpload1.FileContent ile oluşturulmuş Stream'den resim oluşturulur.
System.Drawing.Image asilResim = System.Drawing.Image.FromStream(strResim);

//"Keep aspect ratio" yapılarak yani oranlar korunarak yeni boyutlar hesaplanır.
if (asilResim.Width <= istenenGenislik) { istenenGenislik = Convert.ToInt32(asilResim.Width); } int yeniYukseklik = Convert.ToInt32(asilResim.Height * istenenGenislik / asilResim.Width); if (yeniYukseklik > istenenYukseklik)
{
yeniYukseklik = istenenYukseklik;
istenenGenislik = Convert.ToInt32(asilResim.Width * istenenYukseklik / asilResim.Height);
}

//Yeni boyutlarda bir Bitmap oluşturulur ve bu Bitmap'dan Graphics türetilir.
Bitmap bmp = new Bitmap(istenenGenislik, yeniYukseklik);
Graphics gr = Graphics.FromImage(bmp);
gr.SmoothingMode = SmoothingMode.HighQuality;
gr.CompositingQuality = CompositingQuality.HighQuality;
gr.InterpolationMode = InterpolationMode.High;

//Asıl resim, oluşturulan Rectangle ile Bitmap üzerine çizdirilir.
Rectangle rect = new Rectangle(0, 0, istenenGenislik, yeniYukseklik);
gr.DrawImage(asilResim, rect, 0, 0, asilResim.Width, asilResim.Height, GraphicsUnit.Pixel);

//Yeni resim benzersiz bir isim ile kaydedilir.
string resimAdi = Guid.NewGuid().ToString();
string resimUrl = Server.MapPath("~/Albumler/") + resimAdi + ".albumResmi";
bmp.Save(resimUrl);
bmp.Dispose();
asilResim.Dispose();
}

GetThumbnailImage
metodu yerine bu yolu seçmemdeki sebep; metodun adından da anlaşılacağı gibi Thumbnail üretmesidir. Bu da en iyi 120 x 120 piksel boyutlarında olmaktadır. Daha yüksek çözünürlüklerde oluşabilecek kayıplara karşı DrawImage metodu tercih edilmedilir.

Hayal Kıvılcımı

Microsoft’un yürütmüş olduğu DreamSpark projesi, Microsoft’un yazılımcılara özel ürünlerinin asıl kopyalarını 1 yıl süre ile öğrencilere dağıtmakta. Programlar;

Ben de katıldım ve liste çok iştah kabartıcı gözüküyor.

Dipnot : Gözüme takılan bir nokta, DreamSpark sitesini Fast Track firması geliştirmiş ve yönetiyor. Yazılımları indirirken Akamai İndirme Yönetecisi’ni kullanmamızı tavsiye ediyorlar. Microsoft’un projesinde Java tabanlı bir uygulama, ASP.NET açısından kötü gibi duruyor ama öncelikli olan daima en yüksek kalitede hizmettir.

16 Mart 2009 Pazartesi

4 Gün 3 Şehir - Devamı

Saraybosna’ya gece yarısını biraz geçerken varmıştık. Ankara gibi keskin bir soğuk vardı. İlk kez kar görüyorduk. Hala var olan savaşın izleri şehri daha çok soğutuyordu. Güneşin ışıkları belki bu soğuğu kıracaktı ama gece karanlığa çoktan teslim olmuştu. Savaş yaralarını, saramamış bir ülkeye gelmek için en kötü saati seçmiştik. Sokaklar boş. Kalacak yerimiz yok. Şaşkınlığımızı fark eden bir taksi şoförü hemen yanaştı. Havanın ısısı gibi sıfırın altında olan ingilizcesi ile tek kelime edemedi ama bizi takip etmemiz için ikna etti. Bizi tren istasyonuna getirmişti.

İstasyonda turist ofisi vardı ve açıktı. Kötü tarafı ise ingilizce bilen yoktu. Telefondan ingilizce bilen birisine ulaşıldı. Konuştuğumuz kişi bir hostel sahibiydi ve tam olarak hatırlamadığım bir ücretten anlaştık. Bize hemen bir servis gönderdi. O sırada servisi beklerken Türk olduğumuzu anlayan genç bir çift geldi yanımıza. Çocuk Avusturyalı’ydı, kız ise Türk. Birlikte geziyorlarmış, Saraybosna’yı çok sevmişler 2. kez gelmişler. Yine diyorum her yerde bir Türk.

Servis ile şehrin merkezindeki hostele ulaştık. Şehrin merkezinde bugün Bursa’ya da bir kopyası yapılan çeşme var. Maceranın en güzel yerine geliyoruz. Saraybosna hosteli… Hostel diye boşuna demiyorum. Filmin gösterime girdiği zamanlar. İki bina arasında tek sıra halinde geçebildiğimiz dar bir yerden binaların arasında küçük bir boşluğa çıktık. Bu boşluk karla kaplanmıştı ve ortasında bir masa vardı. Masanın üzerinde yine karlar vardı ve karların üzerinde ölümü öncesinde mi yoksa ölümünden sonra mı donduğu anlaşılmayan bir kedi cesedi vardı.

Hostel sahibi “İşte burası!” dediğinde herkes donup kalmıştı. Kapımızda “11'den sonra gürültü yapmayın POLİS çağırırız!” yazıyordu. Ne gürültüsü olabilirdi bu? Anahtar teslimi aldık ve içeri girdik. İçeride kullanım dışı bir mutfak, kapağı olmayan (buna oturmak için kulladığımız halka da dahil) bir klozet ve camları tam örtmeyen perdeler hatta kırık kornişler bulunuyordu. Bir tanesini perdeyi kapatmaya çalışırken kendim çıkardım ve ağlanacak halimize gülerek taktık perdeyi. Gerçekten çok eğlenmiştik. (Ne kadar eğlendiğimizi videodan da görebilirsiniz.) 6 ranza yani 12 yatağımız vardı. Aramızdan biri oley 12 yatak var demişti. Ben de 6 kişiyiz ne fark eder ki, gece kalkıp diğerine mi geçeceğiz demiştim. Gerçekten çok eğleniyorduk. İnanılmaz bir güven vardı. Yerleştikten sonra gecenin bir vakti olmaz böyle dedik ve dışarı çıktık. Boşnak böreği çok ünlüymüş. O saatte börekçi arıyoruz. Aslında bulduk ama ne böreği olduğunu bilmiyoruz. Geldik odamızda yedik ve günü noktaladık.

Sabah ayrı bir maceraya yelken açmazsak olmazdı. 3. şehir vardı sırada. Evet 3. şehir “Bosna Hersek’e gittin de Mostar’a gitmedin mi?” sorularına cevap olacak yerdi. Mostar, terminalden bindiğimiz bir otobüsle ayaklarımızın altına gelmişti. Bir kaç defa köprüden geçtik, harabelerin (savaşın yaraları) arasında fotoğraflar çektirdik. Mostar’ın çoğunluğu çok güzel restore edilmişti ve turistik bir yer olmuştu. Türkçe konuştuğumuzu duyan biri “Babam da türkçe biliyor.” dedi ve babasını aradı. Telefonda onunla konuştuk. Oğluna gidilmesi gereken yeri söyledi ve oğlu bizi oraya bıraktı. Köprüyü çok güzel gören bir yerdi. Fotoğraflarımızı çektik, köprünün altında üstünde gezdik, bir kaç parça bir şey aldık ve otobüsle geri döndük. Maceramızın sona geldiğini düşünmeyin. Asıl olaylar bundan sonra başlıyor :)

Otobüs, Saraybosna terminaline bıraktığında bizi hava yine kararmıştı. Saraybosnayı gündüz gözüyle görememiştik. Saraybosna hep geceymiş gibi ya da gece Saraybosna. Saraybosna’da hostelden çıkışımızı yapmıştık ama çantalarımız hala oradaydı. Onları almak için geri döndük. Hostel sahibi Türkiye’den, Beşiktaş’tan ve savaştan bahsetti, Bosna-Hersek’in federe yapısından, paranın üzerindeki iki lisandan bahsetti. Hala sorunlar vardı, keşke olmasalardı. Geri dönme vaktini yakalamıştı akrep. Tatmayanlar için bir kısa not: Avrupa’da biletle binersiniz trene, tramvaya, otobüse sonra ayda bir kontrol olur. Kontrol sırasında biletiniz yoksa cezasını ödersiniz. Biz de tecrübeli turistler olarak “Son kez biniyoruz bunda da kontrol olmaz ya!” dedik ve her yolculuğumuzda aldığımız bileti o sefer almadık. (Övünür gibi yazdığıma bakmayın, aslında utanıyorum ama sonuçta anı işte.) Tramvay vagonu içerisinde dağınık şekilde yerleşmişiz. Önlerde hareketlenme oldu. Kontrol ekibi geliyordu. Biz hiç istifimizi bozmadık. Üç kişi birlikte oturuyoruz.

Kontrol memuru geldi ve yaka kartını gösterdi. Biz başımızla onayladık ve hareketlerimiz önceden kararlaştırılmış gibi elini montunun cebine atan arkadaşımıza çevirdik kafalarımızı. Sanki bütün biletler ondaymış gibi bir beklenti oluştu herkeste ama bilet falan yoktu. O da öylesine elini cebine atarken herkesin ilgisini çektiği için boş çıkarmamak istemiş ve pasaportunu çıkarmıştı. Bu sırada diğerlerini de topladılar. Vagonda kontrol memurları tarafından çevrilmiş 6 biletsiz Türk ve bir de pasaport vardı :) Hemen indirdiler bizi. O sırada ingilizce bilen biri çıkageldi. İlk konuşma pasaport üzerinden başladı. Pasaport üzerindeki Türk bayrağını gösteren arkadaş “Biz kardeşiz!” diyordu. Ben “Bırak bizi adamlar kendi vatandaşlarına da aynı cezayı uyguluyor.” dedim.

Ve kapışma başlamıştı. Yok yok kavga değil. 4 memura karşı 5 türk ve arada sadece 1 tercüman var. Herkes konuşuyor. Konuşmayan tek kişi benim. Çünkü ceza makbuzu üzerinde kaç para olduğunu görmüştüm. Yaygaraya gerek yoktu ama bütün erasmus süresince hiç konuşmayan bir arkadaşımız o an ingiliz bülbülü gibi şakımaya başlamıştı. Bizim taraf fena darbeler indiriyordu. Tercüman yetişemez olmuştu. En sonunda anlaşmaya vardık. Her iki kişi tek ceza ödeyecekti. Ödedik ve gülüşerek ayrıldık olay yerinden. Bu sefer tramvaya binmeye cesaretimiz kalmamıştı. Tramvay yolunu tabanvay ile takip ederek paşa paşa gittik terminale. Unutulmaz bir anı olmuştu.

Eğer bunu Erasmus ekibinden biri okursa şunu söylemek istiyorum. Siz içeride kimin kime ne kadar borcu var hesabı yaparken biz Faruk’la dışarıda çikolata ve bisküvileri götürüyorduk. O hesap yapma olayını başlatana ne kadar sinir olduğumu hiç anlatmayayım.

Bizi Zagreb’e götürecek otobüsümüz gelmişti. Ücret karşılığı bagajımızı verdik. Uykuya dalmadan önce en son Bosna’nın dağlarını gördüğümü hatırlıyorum. Sonra Faruk beni uyandırdı. “Tuvalete gidiyoruz, otobüs hareket ederse beklemesini söyle.” dedi. Benden çıkan sesler “Hıhı tamam.” demeye çalışıyordu. Hangi dilde beklemelerini söyleyecektim acaba? Boşnakça mı, hırvatça mı, sırpça mı? İyi yanından bakarsak hiç birini bilmiyordum. Cevap ne olursa olsun ayvayı yemiştik. Ben kendimi toparlamaya çalışırken otobüs hareket etmeye başladı. “Gerçekten hareket mi ediyor?” gibi düşüncelerle boğuştuktan sonra koridorda hızla ilerlemeye başladım. “Wait wait my friend!” diyebilmiştim. Şoför, muavine baktı. Muavinin “salla gitsin” şeklindeki el hareketinden sonra şoför yoluna devam etmişti ve ben şaşkınlıkla baka kalmıştım. Yolculardan biri ingilizce biliyordu ve son anda yardımıma yetişti. Adamlar hiç umursamamıştı beni ve arkadaşlarımın pasaportu montlarıyla birlikte otobüsteydi. Yolcuya durumu anlattım ve o tercüme etti. Otobüs durdu ama bizimkilerin indiği yerden uzaklaşmıştık.

Şimdi zamanı biraz geri saralım. Arkadaş beni uyandırıyor. Benim kendime gelmemi bile beklemeden otobüsten iniyorlar. Küçük hacetlerini giderdikten sonra biri “Benim büyük de vardı, şunu da yapayım.” diyor ve geri dönüyor. O sırada diğeri çıkıyor ve otobüsün yerinde esen yellerin suratına çarpmasına izin vermeden geri dönüyor. Heyecanla tuvaletten çıkıp koşmaya başlıyorlar. Otobüsün ışıklarını seçebiliyorlar karanlıkta ve durduğunu anlıyorlar. En sonunda yetişip biniyorlar. Türkiye’de o kadar otobüs yolculuğunun birinde bile başımıza gelmeyen olay, orada gerçekleşmiş oluyor.

Sabahın ilk saatlerini Zagreb’in görüntüsüyle karşılıyoruz. Önce, Budapeşte’ye gitmek için akşam trenine bilet alıyoruz. Zagreb, artık gezip gördüğümüz bir yer olmuş. Gezilecek ya da yenilecek yerleri biliyoruz. Gün bizim, ayaklar bizim. Yılbaşı kutlamaları başlamış. Meydan kalabalık ve eğlenceli. Evet oradan eldiven almıştım. Neredeler acaba? Bir kaç tur attıktan sonra tekrar Euro’ya çevirdiğimiz paralarımızla biniyoruz trene. Yine aynı kondüktör gelmişti. Pasaport kontrolünü de rahatça geçmiştik. Artık evimize gelmiştik. Budapeşte ana kucağı gibi açmıştı kollarını. Kısa bir tren yolculuğu daha yapıp minik Gödöllö’müze geldik. Yataklarımız bizi özlemişti. Çok güzel uyuduk.

12 Mart 2009 Perşembe

4 Gün 3 Şehir

Yazmakta geç kalınmış yaşanmış komik olaylar silsilesi. Maceramız Budapeşte’nin şirin bir kasabası olan Gödöllö’de başlıyor.

Gödöllö, Erasmus kapsamında gittiğim üniversitenin bulunduğu kasaba. Bu kasabanın en güzel yanı, Macaristan’ın en güzel ve en büyük şehri ve başkenti olan Budapeşte’ye yakın olması. Günlerimiz Budapeşte’de geçiyor. Budapeşte’nin aslında üç ayrı şehirden oluştuğu bilgisini verelim. Bu şehirlerin adları Buda, Obuda (eski Buda) ve Peşte. Bizim Asya ya da Avrupa dememiz gibi onlar Buda ya da Peşte tarafı diyorlar. Yeterli miktarda harita eskittikten sonra her türlü caddesini, sokağını, otobüsünü ezberlemiş olduk. Tamam konudan çıkmayalım. Başlıktaki 3 Şehir arasında Budapeşte yok.

2006 yılının bitimine bir kaç gün kala soğuk bir günün erken saatleri. Az miktarda eşya ile çıktık yola. Sağdan sayınca 7 kişiyiz. Uyruğu T.C. olan 4 bay 3 bayan. Erasmus ile gelen diğer yabancı öğrenciler Avrupa içerisinde çok rahat gezebildikleri için istedikleri yerlere gittiler. Biz elimizde bulunan az seçenekten en iyisini seçtik.

Trenle Budapeşte’ye geldik. Sonra uluslararası tren istasyonundan bizi maceramıza başlatacak olan trene bindik. Önce kondüktör geldi, sonra lokomotif değişimi sırasında gümrük memurları geldi. Boyunlarına asılı küçük masalarında veresiye defteri kılıklı pasaportlarımıza küçük tren simgeleri damgaladılar. Kondüktörle hemen muhabbeti kurduk ve bir kaç Macarca kelime söyleyince çok hoşuna gitti. Tren yolculuğumuz bittiğinde günün ortalarında Hırvatistan’ın başkenti Zagreb’e gelmiştik ve işte Zagreb ilk şehrimiz.

Avrupa’da tren istasyonu medeniyetin simgesi, şehirlerin merkezi. Tam şehrin merkezinde geniş ve çok güzel bir meydana indik. Önemli not daima paranızı o ülkenin parasına çevirin. Havaalanı, tren istasyonu ve otobüs terminalleri paranızı çevirmek için en kötü yerler ama elinizde kimsenin istemediği Euro’larla sokaklarda aç kalmak var. Yaşadım biliyorum. Hemen Eurolar oldu Kuna…

İstasyonda turistler için dağıtılan haritalardan aldık. Aklıma gelmişken Macaristan’da “Magyar vagyok nem turista” tşörtlerini “Török vagyok nem turista (Turist değil Türküm)” şeklinde değiştirmeği düşünmüştük. Gelelim haritalara, bu turist haritaları çok güzel oluyor. Üzerinde 2 rota çizilmiş, yürüyüş ile ne kadar sürecekleri belirli, hangisinde hangi eserleri göreceğiniz belirli.

Çok büyük şehirler olmadıkları için yürüyerek önemli yerleri gezebiliyorsunuz. İkisine de süremiz yetmeyeceği için birini seçtik. Haritada çizgilerle gösterilmesine ek olarak bazı köşelerde “Kırmızı hattı takip edenler buradan!” gibi işaretler vardı. Çok güzel bir şekilde gördüğümüz her şeye hayran kalarak gezimizi tamamladık. Arta kalan zamanda rota dışına çıkıp kaybolmaya da çalıştık ama üstün harita sezgilerim sayesinde bu şehir de bize dar gelir olmuştu. Okka burunlu insanların ülkesi Hırvatistan’da dönerlerin için beyaz peynir koyup satıyorlar. Dönerci çok kalabalıktı biz de gittik pizza yedik. Domuz eti derdine her yerde vejeteryan pizza yer olmuştuk. Şu ana kadar yediğim en ucuz pizzalar oradaydı.

Gün bitmişti artık başımızı sokacak bir yerler bulmalıydık. Tren istasyonlarında uyuyan gençlerden değildik, bir hafta öncesinden internetten yerimizi ayarlamış hatta parasını bile yatırmıştık. Kalacağımız hosteli bulmak çok kolay oldu. “Bilmemne tramway durağında inin ve sarı ayakları takip edin.” cümlesi tümüyle yeterli oldu. Durakta indiğimizde yere yapıştırılmış sarı ayak izlerini gördük. Onları takip ederek hostelimize ulaştık. Bizi bekledikleri için her şey hazırlanmıştı.

Anahtarlarımızı aldık kızlar bir odaya yerleşti, erkekler bir odaya yerleştik. Ne ara uyuyup uyandım hatırlamam. Yorgunluk, ölüm uykusuna yatırıyor insanı. Uyandığımız hüsranla karşılaştık. Açık menü olarak düşlediğimiz kahvaltı soğuk sandviç ve acı kahveden başka bir şey değildi. Böyle yerler Avrupa genelinde gecelik kişi başı yaklaşık 10 Euro, tek farkları sabah kahvaltısı. Şansımıza böyle bir kahvaltı denk gelmişti ve kendi aramızda Türkçe söylenirken, Arnavut kökenli bir Hırvat vatandaşı söylediklerimizi anladı. Az da olsa Türkçe biliyordu. Dünyanın her yerinde bir Türk olmadı Türkçe konuşan biri kesinlikle bulursunuz. Konudan çok çıkıyorum ama bunu da söylemek istiyorum. Macaristan’da parasını ödeyip yabancı öğrenci olarak okuyan bir arkadaşımız. İlk zamanlarda yeni yeni ingilizce öğrenirken ve yabancı bir ülkeye alışmaya çalışıp yalnızlık çekerken. Yolda, telefonda Türkçe konuşan bir bayanı duyuyor ve konuşabileceği birisi olduğu için “Pardon, siz Türk müsünüz?” diye soruyor. Telefonla konuşan bayan bir an durup arkasını dönüyor ve “Ne alakası var ben Kürdüm.” diyor.

Tamam geri dönelim. Kahvaltımızı yaptık hazırlıklarımızı tamamladık ve maceramız kaldığı yerden devam etmeliydi. Sırada ki durak neresiydi? Planlarımız buraya kadardı. Zagreb ikinci gün bitecek ve geri dönülecekti ama ters giden bir şey vardı. Biz Zagreb’i ilk gün bitirmiştik. Abartıyorum tabi ki. Gezilmemiş görülmemiş yerler vardı ama buraya kadar gelmişiz bir Bosna Hersek’e gitmeden olmaz dedik. Hemen otobüs terminaline gittik. Bu arada grubumuz bir kayıp verdi. Bir kaç tane peynirli döner alıp Budapeşte’ye geri döndü.

Biz 4 bay 2 bayan kalmıştık. Otobüs firmalarından bir tanesi Saraybosna’ya yerinin olduğunu söyledi. İki kişi bilet aldı ve bir anda yerim kalmadı dedi ve veznesini kapattı. Böyle bir şeyin olabileceği ihtimal dahilinde değildi. Hemen diğer firmalara sormaya başladık. En kötü ihtimal farklı otobüslerle gideriz orada buluşuruz dedik. Başka bir firmadan 4 kişilik aldık. Biletler farklı firmalara aitti ama aynı saatte kalkacaktı otobüsler. Keşke birlikte gitseydik böyle garip olacak gibi üzüntülerin ardından kalkış vakti geldi. Ortalıkta sadece bir otobüs vardı. Biletleri gösterdiğimizde aynı otobüs olduğunu söylediler. Aslında tek bir otobüsten parsellenmiş değişik yerleri satıyorlardı firmalar. Bunu o an öğrenmiştik. Avrupa genelinde bu uygulama mevcutmuş. Biz tabi çok güldük ve çok sevindik. Bagajın ücretli olduğunu da ekleyeyim.

Hava kararırken biz Bosna Hersek sınırına ulaşmıştık. Gümrük memurları otobüse bindi. Bosna Hersek bizi sever Hırvatistan’dan daha rahat gireriz gibi hislerle bir rahatlık vardı üzerimizde. Herkes kartvizit kıvamında Avrupa vatandaşı kimliklerini gösterirken biz yine veresiye defterlerini çıkarttık. Otobüsün sonuna geldiğinde elinde 6 defter olmuştu. Sadece biz türklerin pasaportlrıydı bunlar. Diğerlerine şöyle bir bakmaları yetmişti. Dokunma ihtiyacı bile duymamışlardı. Bizimkiler ise kontrole gitti. Şoföre sağ çekmesi söylendi. O sırada inin siz deseler yapacağımız hiçbir şey yok.

En komiği de aramızdaki bayanlardan birinin babası THY emeklisi olduğu için yeşil pasaportu vardı. Gümrük memurunun tepkisi “Seninki neden yeşil?” şeklinde olmuştu. “Babam, bürokrat gibi bir şey.” diyebildi, o kadar övünülen, vizesiz geçiş sağlayan, dünyaların lideri, muhteşem, yeşil pasaportu açıklayabilmek için. Adam nereden bilsin 3. dünya ülkelerinden birinde yeşil bir pasaport var alanların ensesi daha kalın oluyor. Zor tabi.

Heyecanlı dakikaların ardından otobüs hareket etmeye başladı. Hemen fırladım bizim pasaportlar ne oldu diye. Şoföre vermişler, hemen aldım ve dağıttım. Umarım geri dönüşümüzde bir sorun çıkmaz dedik ve plansız gittiğimiz Saraybosna’da nerede kalacağımızı düşünerek maceramıza devam ettik.